Aralık 08, 2012

Bu yazıyı okumanız ya da okumamanız, hangi paragrafında okumayı bırakacağınız beni gerçekten ilgilendirmiyor. Aslında yaptığınız hiçbir şey beni ilgilendirmiyor. Günler öncesinde de söylediğim gibi. Bir taraftan herkese anlatmak istiyorum diğer taraftansa kimse duymasın. Bunun en mantıklı ve en uygun yolu da blogger bana göre. O nedenle buradayım.
Kısa bir sürede hayatım olabildiğince değişti. Hatta belki daha fazlası. Sorun şu ki ben sadece izlemekle yetindim bütün bunları. O nedenle şu an bu haldeyim zaten. Ne mi var halimde? Dışarıdan bakınca hiçbir şey. Geziyorum tozuyorum, eğleniyorum, gülüyorum. Ama aslında bunların hepsini tek bir nedenle yapıyorum. Düşünmemek. Düşünürsem üzülüyorum. Düşünürsem.
Senelerdir yanımda olan ve artık ailemden farkı kalmayan insanların hiçbiri şu an burada değil. Hepsiyle farklı yerlerde farklı amaçlar peşindeyiz. Eskiden basit ve aynıydı amaçlarımız. Ne bileyim işte, okulu hangi gün assak, kimden kopya çeksek, annelerimize ne desek. Bu tarz şeyler. Şimdi ise hepimiz ayrı planlar yapıyoruz. Kimisiyle sadece teknoloji sayesinde görüşebiliyorum kimisiyle ise randevularla. Randevu kelimesi burada çok önemli mesela. Senelerdir yılın her günü birlikte olduğun birini arayıp da hangi gün görüşebileceğinizi kararlaştırmak çok üzüyor insanı. Ne bileyim ben mi fazla duygusalım acaba.
Okul diye gittiğim yer mesela. Çoğu zaman durup etrafıma baktığımda kafamdaki "okul" imajına hiç uymuyor. Fiziksel olanaklarını kastetmiyorum tabii. Kafamdaki okul, tanıdık bildik insanlarla dolu, tanıdık bildik bir yer. Hayatımda en çok istediğim şeylerden biri bu okulu kazanabilmekti. Ama sanırım hep şöyle düşünmüşüm: "Ben bu okulu kazanacağım ve etrafımdaki herkes, AAL'nin yönetim kadrosuna kadar, benimle beraber gelecek." Kafamı kaldırıp tanımadığım insanları görmek alışkın olduğum bir şey değil okulda. Çoğu zaman ders çalışırken durup "Lan ben ne çalışıyorum ya. Hani matematik, tarih diyorduk. Ne ara medeni, anayasa oldu." diyorum kendi kendime. Arayıp "Olum çalıştın mı lan ona göre çalışacağım ben de." demek istediğim insanlar başka derslere çalışıyorlar.
Evet, hiç arkadaşım yok. Kardeşlerim ve diğerleri var sadece. Onlara diğerleri diyorum çünkü arkadaş anlayışıma uymuyorlar. Yapmacık ve vefasızlar. Onlara kendimi anlatmaya çalışmaktan yoruldum. Çevremde beni tanıyan, beni bilen insanların varlığını çok özledim. Çekinmeden, yanlış anlaşılma kaygısı olmadan konuşmayı. Başım sıkıştığında saat kaç olursa olsun düşünmeden arayacağım insanların yakınımda olmasını. Bir erkeğin bana kardeş gözüyle bakmasını ve ona duyulan sonsuz güveni.
Çünkü öyle değilmiş gençler. En iyi arkadaşlıklar lisedeymiş. Daha ilk senem üniversitede evet. Ama bazı şeyleri anlamak için 1 dakika yeterli olabiliyor.

Mart 02, 2011

Mini Mini Bir Kuş

Düşündüm de... Hayatımızın ilk ihanetini mini mini bir kuş yaşattı bize.

Evet mini mini bir kuş.Donmuştu soğuktan, konmuştu penceremize.Tüm iyi niyetimizle aldık onu içeriye.Tek istediğimiz tekrar "Cik! Cik!" diye ötmesiydi.Biraz kıpırdandı, ümitlendik.Sonra canlandı birden.Sonra ne oldu hepimiz biliyoruz...G*tünü dönüp gitti resmen!Ellerimiz yine boş kaldı.

Ve daha da önemlisi...Biz bu olaydan esinlenip bir şarkı yazdık.Güle oynaya söyledik bir de.

Ocak 07, 2011

Konferans Salonuna Giren Adamın Dramı

Kaç gündür yazıcam yazıcam diyorum bi türlü yazamadım şunu. İzlenecek o kadar dizi, yapılacak o kadar ödev, çalışılacak ama çalışılmayan o kadar sınav varken zor tabi.

Neyse gelelim konuya...

Okulumuzda yapılan gerekli gereksiz birçok konferansta bulundum ben de sizler gibi.Girersiniz içeri oturursunuz mümkün olduğunca arkaya.İşte salon dolar, kimi zaman gözler birilerini arar.Az çakal değilizdir yani.Bir süre sonra ışıklar kapanır, sahne aydınlanır ve konferans başlar.Kimisi dinler, kimisi uyur, kimisi dikkat çekme derdindedir, öğretmenler, görevliler vs vs...


Ama bir anda bir şey olur.Sağ tarafınızdan keskin bir ışık size doğru yaklaşır.Konferans salonuna biri girmiştir.Hem de konferans devam ederken.Bütün kafalar bir anda çevrilir o tarafa. İşte bu'dur.O salonda bulunan yaklaşık 150-200 kişinin ortak paydası budur.Uyuyanı da dinleyeni de artık bir bütün olmuştur o adama karşı.Ortak bir gayeleri vardır artık.Aynı şeye inanırlar.En azından 20 saniye için.Sonra hayat devam eder.

Küçümsenecek bir adam değildir "konferans salonuna sonradan giren adam". 150 kişiyi tek yürek yapmıştır.Ama acınacak haldedir. Bütün bakışları üzerinde hisseder ve o bakışlar deler geçer naçiz bedenini.Acırım da söyleyemem. İçimden koşmak ve onu o durumda kurtarmak gelir."Siz hiç mi yapmadınız,ha?!" diye haykırmak gelir de yapamam.


Bunu da söyleyeyim dedim.

Ekim 26, 2010



Sorular ve cevaplar arasına sıkışmış bir kaos ortamı.Adına hayat diyebilirsiniz.İsimlere takılmayın onlar önemsiz.Yalnızca tercihinizi yapın.Bugün kahverengi kazağınızı mı yoksa siyah hırkanızı mı giyeceksiniz? Dolmuşla mı otobüsle mi gideceksiniz? Buna karar verin.Bu kadar basit.Bakın, yaşıyorsunuz.

.

Ekim 13, 2010

Döveyim mi Okuldan mı Atayım Sizi?




Bilenler bilir 11 TM-A sınıfı olarak okulda her ayın 2. cumasını "Platin Günü" adı altında kutlamaya karar verdik.Ama başımıza gelmeyen kalmadı.Ne midir bu Platin Günü?

Geçen senenin sonunda sınıfımızda bir Altın Günü düzenlemiştik.Yedik, içtik, göbek attık, koptuk, coştuk.Gelenler memnun kaldı yani.Biz de eğlendik tabi güzel bir gündü.

Efendim bu sene bunu gelenekselleştirmek istedik.Tam da bu düşünceyle planlar kurarken okul müdürümüzün değiştiği haberini aldık.Yeni müdürümüzün adı "Faruk P*"di.İçimizde hiçbir kötü niyet olmaksızın günümüzün adını "Platin Günü" olarak değiştirdik ve okula yaymaya başladık.

Olaylar da buradan sonra koptu zaten.Tenefüste sınıfları dolaşarak kendi imalatımız olan afişten bozma kağıt parçalarını sınıfların panolarına astık.

Altıncı derse girdiğimizde kapı çalındı.Gelen Hasan Hocaydı (müdür yardımcımız olur kendisi.).Elinde Platin Günü'ne ait duyuruları gördüğüm an kopacak fırtınanın fragmanı oynamaya başladı beynimde.İçimizden, okuldan bir hain gidip bu duyuruyu öğretmenler odasına asmıştı (Bunu yapan kişi; eğer bu yazıyı okuyorsan ve pis pis sırıtıyorsan bütün küfürler sana gelsin.Y.vşak!) Gayet tatlı tatlı konuşarak saygıdeğer müdürümüzün bu işe çok bozulduğunu ve temsilen birkaç kişiyi odasına beklediğini söyledi.Hangi akla hizmetse sınıfın sazanları (aynı zamanda bu işin de fikir babaları) olarak ellerimizi kaldırdık.Üstümüzü başımızı düzeltip yola koyulduk.Nedendir bilinmez bir rahatlık vardı üstümüzde.Hasan Hoca güzel güzel anlattı bize ne yapmamız ne dememiz gerektiğini.Güle oynaya sanki alışverişe gider gibi çıktık merdivenlerden geldik müdürün odasının önüne.

İçeri girdiğimizde ciddiyetimizi korumaya özen gösterdik.İçimden 125e kadar saydım gülmemek için.Sorguya çekildik."Neden?" dedi "Kem..." dedik."Niçin?" dedi "Küm..." dedik.Başlarımız önümüzde idam saatimizin gelmesini bekliyorduk.Boynumuzda ip, ayaklarımızın altında tahtadan bir tabure...

Derken ilk darbeyi aldı taburelerimiz.Batuğhan arkadaşımızın söylediği komik bir şey üzerine Ezgi ve ben kendimizi tutamayıp güldük.Altımızdaki taburenin bir ayağı kırıldığında anladık ki Batuğhan'ın söylediği hiç de komik değildi.Hasan Hoca bize döndü gözlerinden çıkan ışınlar taburelerimizin birer ayağını una çevirdi.

İkinci darbenin gelmesi ise çok uzun sürmedi.Açıklama yapma sırası Kerim'deydi.


K: Kerim
F: Faruk P*


F: Peki adı neden Platin Günü?
K:Ya hani eskiden altın günü yaparlarmış ya hatta hala yapıyorlar.Biz de altın olmasın da platin olsun dedik.

Bir anda sanki okulun bütün pencereleri o odadaymış, hepsini açmışlar ve dışarıda kasırga varmışçasına bir rüzgar esti odada.Taburemizin ikinci ayağını da bu rüzgara kurban verdik işte.


O sırada müdürümüz bana döndü ve o zaman anlamadığım fakat sonradan "Adın ne?" olduğunu anladığım soruyu sordu bana.Dersaneyle ilgili yazdığım yazıdaki gibi mongol tavrımı takındım.Bir kere daha sordu.Anladım ve çabucak söyledim adımı.Ancak gerçekte Hazal olan adımı Havva olarak anladı.

F: Havva neden böyle yaptınız?
F: Havva ne yapalım şimdi?

Farkındaydım ama sesimi çıkaramıyordum.İçimde fırtınalar koptu."Benim adım Hazaaaaaal!" diye bağırmak geldi.(bknz: This is Spartaaaaa!)Neyse ki Hasan Hoca imdadıma yetişti ve bu yanlışlığı düzeltti.

Üçüncü darbeyi Batuğhan arkadaşımızın bir lafı üzerine aldık.

F: Neden platin ama?
B: Hocam zaten yeni geldiniz okula tanımayız etmeyiz yani neden size karşı bir hareket olsun ki bu?!

Artık son hamlenin vakti gelmişti.Müdür ayağa kalktı.Karşıma geçti.Çenemden tutup başımı kaldırdı.Bir filmin son sahnesiydi.Şeridin koptuğu yerdi.

F: Döveyim mi okuldan mı atayım sizi?

Ezgi'nin karşısındaydı şimdi.

F: Döveyim mi okuldan mı atayım sizi?

Kerim'deydi sıra.

F: Döveyim mi okuldan mı atayım sizi?

O sırada hızır gibi yetişti Hasan Hoca.Müdürün arkasından "Özür dileyin." dedi sessizce.Müdür Batuğhan'ın önüne geldiğinde ben sihirli sözcükleri söyledim.

H: Hocam bu seferlik affetseniz...Bir daha yapmayacağız desek...

Bana doğru geldi, önümde durdu.Hani katilin hızlanmış nefesini boynunda hisseden kurbanlar vardır ya.Onlardan biriydim ben de.Baktı.Baktı.Baktı.Biz tam kendimizi ölüme hazırlamış, hayatımızın film şeridi gibi gözümüzün önünden geçmesi için play tuşuna basacakken müdür;

-Çıkın!

dedi...

-Çıkın dışarı bir daha da karşıma gelmeyin.

Savaş alanından kaçar gibi yıkıntılarımızı arkamızda bırakarak kaçtık odadan.Bir daha geri dönmemek üzere...


.

Ekim 05, 2010

İnicem Ben !






Bir dahaki dolmuşa binişinizde bunu deneyin.Şoförün hemen arkasındaki üçlü koltuğun cam kenarında yani en dipteki yerde oturan kişiyi izleyin.Şanslıysanız sizden önce iner.Çünkü bir kere gördükten sonra bağımlılık yapacak bir ifade oluşuyor o kişinin yüzünde tam inmeden önce.

Şimdi inceleyelim neyden bahsettiğimi anlayacaksınız.

Öncelikle kişi büyük bir ihtimalle dolmuş boşken binmiştir.Adımını basamağa attığında her yer boştur fakat parayı çıkarayım diyene kadar çoktan dolar o yerler.Arkada da insanlar kişinin oturmasını beklemektedir.Büyük bir panik ve memnuniyetsizlik ile oturur o ıssız köşeye.Daha oturur oturmaz dertler sarar dört bir yanını."Ya bindik de...Nasıl inicez burdan yaa...Amma da hızlı kullanıyo herife bak.Offf..." diye söylene söylene oturur yerinde.

Ya da kişi dolmuşa bindiğinde tek yer boştur o da öndeki bahsi geçen koltuktadır.Farklı farklı kişiler inip bindikçe bir anda kendini o ıssız köşede bulmuştur.Aynı düşünceler geçer beyninden.


Yolculuk bu düşünceler arasında sona doğru yaklaşır.Solundaki camdan dışarıyı izleyen kişi hemen kendine gelir.O anki panik havası mükemmeldir işte.Kafasını şoför koltuğunun arkasından bir sağa bir sola uzatır.İçinden "Geldik mi ya...Aha burası...Yok ya dur..." gibi düşünceler geçmektedir.Öyle ki nerede oturduğunu ya da nerede inmesi gerektiğini bile unutur.Çaresizce uzanan kafa vücuttaki yerine geri döner.Artık karar vermiştir.Çantasını alır, telefonunu cebine sokar.Hafif bir hareketlenmeyle yerinden kalkar.O sırada yanındaki insanlar çeşitli tarzlarda çekilmeye, yol açmaya çalışırlar.


Bu sırada sırt çantası olan kişinin işi zordur.Sırtına taksa geçerken birinin burnunu da fermuara takıp beraberinde götürme riski yüksektir.Elinde tutsa zaten zor olan geçiş aşamasını daha da zorlanarak atlatacaktır veya atlatamayarak dolmuşta sonsuza kadar o hiç gelmeyecek olan uygun zamanı bekleyecektir.


Yüzünde minnet dolu bir ifadeyle engelleri aşmaya çalışan kişi sonunda şoföre arkası dönük bir şekilde o sihirli sözcükleri söyler: "Müsait bir yerde..."

İndiğinde yüzünde ufak bir "Başardım!" tebessümü bulmak mümkündür.



Eylül 17, 2010

Caddedeki Penguen

Hayır anlamadığım şey niye hiç düşünmüyosunuz? Belki acelem var belki bir yere yetişmem lazım.Ya da en basitinden hızlı yürümeyi seviyorum.Yani hızlı derken size göre hızlı.

Önümde tin tin tin tin penguen gibi sallana sallana yürüyen insanlardan nefret ediyorum.Şeye benziyo Atatürk Liseli olanlar bilirler.Hani "modern" konferans salonumuzun bi o kadar "modern" kapısı var ya. Konferans biter hooop bi anda herkes orada biter.Penguenler gibi sallana sallana milim milim ilerleye ilerleye daracık kapıdan aynı anda 200 kişi çıkmaya çalışırız.Zaten üstümüzde okul formalarımız var tek tip (en azından öyle olması gerekiyor).Şöyle yukardan izlese biri tamam 200 penguenin eriyen buzullardan kurtulma çabası der.Neyse işte bazıları için böyle yürümek alışkanlık artık.Öyle daracık kapılara 200 penguene gerek yok.Tek başına ova gibi caddede arkasında kuyruk oluşturabiliyor adam.Tabi tek başınaysa şanslısınız.Bir de bu türün 2-3 kişi birlikte gezeni var ki gerçekten tanrı korusun hepimizi.Bir yandan arkasında oluşan kuyruğa aldırmadan muhabbet eder diğer yandan vitrinlere bakar,ağzını açar havaya bakar,kuş görür,ot görür,böcek görür.Genelde yaşlı insanlar olduğundan sesimi çıkarmam saygılıyımdır da yani.

Ama bir de bunların yeni modelleri var.Yaklaşık 16-17 yaşında ama yüzdeki kutu kutu boyaya bakarsan en az 30 yaşında.Bunlar genelde yürürken hem sizi yavaşlatır hem de kulaklarınızı s....neyse işte kulaklarınızı rahatsız ederler.Yaklaşık 1500 metre öteden duyulabilecek bir ses tonuyla 5 santimetre uzağındaki arkadaşına eski sevgililerinden ve dünyadaki diğer tüm erkeklerden bahseder.3 dakika arkasında yürüseniz sular seller gibi ezberlersiniz aşk hayatını."Aaaaay bana böceğiiim dediiiieee." "Aaaay dedim herhalde kızııaaaam ama yapıştı bırakmıyo napıyıııaaam." "Yaaa bilmiyoruuaam ki seviyoruaam galibaaaağğ." favori cümleleridir.

Bu kadar sebep yeterli onlardan nefret edebilmek için.Gerçekten sinir bozucular.Aaay sevmiyoruuaaaam!!


.